20 Ocak 2013 Pazar

                        DUYGULAR MI DÜŞÜNCELER Mİ?


                 Duygulara kalbin, mantığa ise aklın yön verdiğini düşünürsek her ikisi de gerçekten önemli. İkisini birbirinden ayrı düşünmek pek bir anlamsız olur düşüncesindeyim.İki zıt düşünce gibi görünse de biri birinden ayrı düşünülemez.
                   Duygu,insanı diğer canlılardan ayıran temel özelliklerdendir.Duygular tehlike,acı,kayıp,hedeflere ilerleme gibi sadece akla mantığa bırakılmayacak konularda bize yol gösterir. Mantık ise akıl yürütmeyle doğru ve yanlışın ayrımını yapan disiplindir.İyi sonuçlara ulaşabilmenin yolu mantıklı düşünmekten geçer diyebiliriz.Ancak unutulmaması gereken önemli bir nokta var; Mantık her şeyi çözer yoluna koyar gibi görünse de durum biraz karmaşıktır.Hayatın akışını sadece mantığa bırakmak hayal kırıklıklarına neden olabilir.Sadece mantıkla alınan kararların sonradan iyi sonuçlar vermediği görülmüştür.
                     İş seçiminde,eş seçiminde ve hayatımızı önemli ölçüde etkileyecek kararlarda mantığı devreye sokup, mantıksal kararlar alabilirsiniz.Aldığınız kararlar sizi tatmin ediyor gibi görülebilir.İlk başlarda her şey yolunda gibi görünse de  sonraları duygusal boşluğun yarattığı tahribat ve tatminsizlikler ,sorunların çıkmasına neden olacaktır.
                    Evlenme kararı alan iki insanı düşünün kuru mantıkla bir araya gelmişler, evlenmelerinde hiçbir sorun yok ama aralarında ne duygu var nede uyum.İşin ilginç yanı her şey mantığa uygun başlıyor ve yine her şey mantığa uygun devam ediyor.anlaşmazlıklar, şiddetli geçimsizlik her şey mantıklı.boşanma süreci başlıyor…Oda mantıklı.Yani evliliğinize mantıkla başlıyorsunuz yine mantıklı nedenlerle son buluyor.Her şey mantığa uygun .
                  Sözün özü mantık ile başlayan her neyse yine o kadar mantıklı nedenlerle sona eriyor.
                 Sosyobiyologlara göre duygularımız, zorluklara karşı bir hedefe doğru ilerleme, eşine bağlanma ve bir aile kurma gibi yalnızca akla ve mantığa bırakılamayacak durum ve görevlerde bize yol göstericidir. Her duygu, bizi insan hayatında tekrarlanan güçlüklerle baş edebilecek şekilde yönlendirir. İnsan doğasını, duyguların gücünden soyutlayarak kuru bir mantıkla anlamaya çalışmak, eksik bir anlayıştır. Diğer canlılardan farklı olarak duygularımızın bilincindeyiz ve onları ifade edebiliyoruz. İnsan olarak ne kadar şanslıyız. İşin ilginci bu duygularımızı, mantığımızla da birleştirebiliyoruz. Sadece duygularımız olsa ve mantığımız olmamış olsa bu durumda sadece duygularımızla hareket eder, hep duygusal kararlar alırdık. Tam tersi, sadece mantığımızla hareket etmiş olsak hep mantıksal kararlar alırdık ki bu da yine sonuçların iyi olacağını göstermez. Yaşam sadece mantıkla veya sadece duygularla alınan yanlış karar örnekleriyle dolu. Hayatımızın her alanında hem duygularımızı hem de mantığımızı kullanmamız gerektiğini düşünüyorum.
                  Ama bir kişi eğer ikilemde kalmış ise hangisine başvurmalı diye düşünecek olursak,cevap kesinlikle duygular olmalı.Çünkü akıl zaman zaman insanı kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmeye zorlar.Buda çevresindeki insanları kaale almayan bencil bir insan tipi ortaya çıkarır.Devreye kalp (duygu) girdiğinde ise;  çevresindeki insanlarla ilişkileri samimi olan , manevi olarak huzur bulmuş insanlar ortaya çıkar.
                 Oysa insan ne tamamen duygudan ne de tamamen mantıktan ibarettir. İnsanın duygulanması için de mantık yürütmesi gerekir. Bizim duygularımız kendiliğinden oluşmaz. Biz ancak bir olayın sonuçlarını düşünüp değerlendirdiğimizde, olası sonuçlar bizim için bir anlam ifade ediyorsa duygulanırız. Sonuçlarına kayıtsız kalacağımız olaylar ise bizi hiç duygulandırmaz. Bizim öfke, endişe, kıskançlık, utanma gibi duygularımızın arkasında hep aynı kalıp vardır. Önce durumu kavrar sonra olası sonucu düşünürüz ve duygularımız bu olası sonuçlar üzerinde oluşur. Lazarus'ların (Richard & Bernize Lazarus) dediği gibi "Duygularımızın mantığı vardır." Sevdiğimiz birisi bir başkasına ilgi gösterdiği zaman kıskanırız; çünkü sevdiğimizin bize olan ilgisinin eskisi gibi olmayacağını düşünürüz. Böyle bir durumda da hem kendi gözümüzde hem de başkalarının gözünde değerimizin azalacağını düşünerek duygulanırız. Söz konusu duruma yoğun bir "anlam" yüklediğimiz için duygulanırız. Kullandığımız mantık bizim kıskançlık duygumuzun ortaya çıkmasına neden olur.
                 Uzun zamandan beri sol beynimizin, konuşma, sayısal işlemler ve analiz gibi konularda yetkin olduğunu; sağ beynimizin ise duygular, renkler, boyut ve sentez konularında yetkin olduğunu biliyoruz. İki lop arasında yoğun sinir liflerinden oluşan köprü, sağ ve sol beynin sürekli bilgi alışverişi yapmasını sağladığını da biliyoruz. İnsan düşünürken duygularından yararlanıyor; duygulanırken de mantığını kullanıyor.
               İnsan bazı durumlarda o kadar hızlı karar alır ki bu karar sırasında hangi mantığı kullandığını bile fark etmeye zaman bulamaz. Birinin bizi kandırmaya çalıştığını düşünelim, duygusal beynimiz bu durumu anında sezer ve o kişiye güvenmeme kararı alır. Bu bizim hayatta kalmamızı sağlayan büyük bir avantajdır; çünkü aynı değerlendirmeyi önce mantık süzgecinden geçirip sonra karar almak çok daha uzun zaman alırdı. Biz değerlendirmeyi bitirene kadar iş işten geçmiş olurdu. Sezgilerimizin gücü, bize atalarımızdan kalmış bir mirastır. Atalarımız tehlikeli ve acil durumlarda düşünmek için zaman harcamak zorunda kalsalardı vahşi hayvanlara yem olurlardı, biz de hayatta olamazdık.
             Özel ilişkilerimizde, iş ilişkilerimizde ve satın alma davranışlarımızda aldığımız bütün kararların içinde duygularımız vardır; ama bunlar boşlukta, rastgele oluşan duygular değildir. Hepsinin bir çerçevesi, bir mantığı vardır. Mesela bir insanın öfkelenmesi sadece ilkel bir duygunun sergilenmesi değildir. İnsan ancak sonucunda kendi kişiliğine zarar geleceğini , haksızlığa uğrayacağını düşündüğü zaman öfkelenir. Birinin öfkelenmesi için olaylara, kişilere ve sonuçlara anlam yüklemesi gerekir. Yoksa hiç kimse "üzerine alınmadığı" bir duruma öfkelenmez. Bizim öfkemiz durup duruken oluşmaz. Öfkelenmek elbette bir duygudur; ama bu duygunun kuvvetli bir mantığı vardır. 
             Olası sonuçlarına anlam yüklemediğimiz hiçbir durumda duygularımız harekete geçmez. Bu nedenle duygularımız ve mantığımız birbirinin alternatifi değil, bir bütündür. Duygularımızın ve mantığımızın birlikteliği ne kadar güçlü olursa aldığımız kararlar ve göstereceğimiz yaratıcılık o kadar etkili olur.
             Bazı satın alma kararlarında duygularımız daha yoğun rol alırken bazılarında mantığımız ön plana çıkar. Toplum içindeki kimliğimizi ilgilendiren ürünler hakkında karar alırken duygularımız ön plana çıkar. Bir giysiyi seçme kararında daha gergin olurken evimizi hangi boya markasıyla boyatacağımızda benzer baskıyı hissetmeyiz. Boya markası kararında mantığımız ön plandadır, çoğu kez de bu kararı işin bilen bir ustaya bırakırız. Buradaki baskı, olsa olsa çok para harcamama baskısıdır.
            Duygularımızın ön plana çıktığı kararlar, bizim kimliğimizi oluşturan ürünlerle ilgili kararlardır. Mantıksal tüketim kararları ise ilgimizin düşük olduğu kararlardır. (Pazarlamada bu kararlar "high involment" ve "low involment" diye adlandırılır.)
          Araba, saat, giysi, çanta gibi bizim kim olduğumuz hakkında etrafımıza bilgi veren ürünleri seçerken duygularımız etkin olarak devreye girer. Bir kadının kendine çanta alırken içine girdiği ruh haliyle süper marketten deterjan alırken içine girdiği ruh hali tamamen farklıdır.
          Tüketim kararlarımızın çoğunda duygularımızı harekete geçirdiğimiz için pazarlama iletişiminin duygular üzerine olması gerektiği doğrudur; ama pazarlama iletişiminin sadece duygusal bir iletişim olması büyük bir eksikliktir. Bütün kararlarımız bir mantığa dayalı olduğuna göre, reklamların aynı zamanda mantığımıza da hitap etmesi gerekir. Oysa televizyonda gördüğümüz reklamların çoğunda herhangi bir mantıksal gerekçe yoktur. Reklamların çoğu ya tüketiciyi eğlendiren ya da yüksek dozda yaratıcılığın sergilendiği reklamlardır. Çoğu markanın reklamında bizim o markayı neden satın almamız gerektiği anlatılmaz. Markanın rakiplerinden hangi farkının ne olduğunu söylemez.
        Nasıl beynimiz, mantığımızla duygularımızı bir bütünlük içinde yönetiyorsa markalar da bir anlam çerçevesinde tüketicilerinin hem mantıklarına hem duygularına hitap etmelidir.

Çünkü aklınız, tecrübelerinizi unutmaz ve sadece tecrübelerinize göre konuşur..Duygularınızsa sadece çekici olanı dile getirecektir!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder